30 Haziran 2025


Geçmişi Komünist, Şimdisi Kapitalist, Geleceği Materyalist Olan Ülke: Azerbaycan



Faik ÖCAL

A- A+

On beş yıl evvel Bakü’deki arkadaşlarımı bulabilecek miyim, o arkadaşlarımın hikâyelerinin devamını öğrenebilecek miyim? Ali’yi, Tahir’i. Sonra Ali’nin Gence’deki annesi nasıl oldu?

2010’un sonbaharıydı. Geceydi, gecenin geç vakti, yalnızdım, yağmur yağıyordu, yağmur gözlerimdeki hasreti, gurbeti ve hüznü ıslatıyordu, içten içe ağlıyordum, bir yerleri özlüyordum, birilerinden kaçıyordum, en baştan da kendimden, ama yağmur beni bırakmıyordu, sokaklarda tutuyordum, yağmur ruhumu sokaklara sürüyordu, içeride bırakmıyordu. Yağmur çıkıp yürümek, bağırmak, yalnızlığa karışmak, kayıp olmak, gaip olmak istiyordum. On beş yıl öncesinin Bakü’sünü ve Bakü’de kaybolmak isteyen kendimi hatırlıyorum. Hüzün sarhoşu olmuştum, sokakları sevmiştim, sokaklarda kaybolmak gibisi yok demiştim, bütün gemilerimi gaiplere sürmüştüm, bilinmek istememiştim. Ki hala da öyle... Bu isteğimin ifade şekli değişmiş sadece, sessizce çıkıp gitmek dünyadan, kimselere rahatsızlık vermeden, iz bırakmadan.

Bakü denilince aklıma hep o gece gelir, yani yalnızlığım, yabancılığım, hüznüm, sokaklarım. Tahirlerin vakfının penceresinden dışarıya bakıyordum, geceydi, yağmur yağıyordu. Gözlerimden mahzun gemiler kalkıyordu ne bir el sallayanı ne bir uğurlayanı ne de bir bekleyeni olmayan mahzun gemiler, benim gemilerim.

Pencereden dışarıya bakan o genç adam ben miydim? Otuzlu yılların hemen başı, yani bütün bir gençliğim. Şimdi ise kırklı yılların ortası, yani yaşlılığın ağır havası… Elli bile olmamışken nedir bu hüzün, uzaklık ve kayıp duygusu. İşte, ait olduğum yerde değilim bilgisi, sonu yokmuş gibi görünen mesafeler ve ait olduğum yere dönmeme korkusu. Doğubayazıt’taki tanıştığım arkadaş bana, Bakü’deki bir arkadaşın ismini verdi, hatta telefon edip konuştu da. Rahmi, Bakü’de beni bekliyor.

Bitti mi yolculuklarım. Belki de arkadaşım doğru söylüyor. Gidilecek hiçbir yer kalmadı. Ya da gitmediğim yerler asıl olan sonuca tesir etmeyecek, hitama ermiş hakikati değiştirmeyecek. Artık nereye gideceğimi bilmediğim gibi, ne yapacağımı da bilmiyorum. Bu daha vahim…. Ana dilim Kürtçenin ağrısı hep yakacak kalbimi. Aslında az kaldı, biraz daha hayret etsem dil makasını değiştireceğim hepten, Türkçeden ana dilime geçiş yapabileceğim.

Sağ yanımda deniz dalgalanıyor, sol yanımda güneş batıyor. Biliyorum, ömrümün bir başka safhasındayım. Taş ve toprak safhası. Çocukluk deli bir sudur, akar durur, kah dağlardan iner dizginsiz, kah düz ovaları aşındırır engelsiz. Gençlik yakıcı bir güneştir, çocukluk suyunu buhar edip uçurur. Geriye taş ve toprak bırakır. Yani, ihtiyarlık ve ölüm... İhtiyar insan, taş gibi kaskatı olur, artık eli-ayağı tutmaz olur, az kalmıştır canlılık, kuru bir tahtadan farkı yoktur buruşuk tenin. Feri kaçmış gözler, suda yunulmuş taşlar. Son safha, bir avuç toprak… Artık taş gibi bedeni yeryüzünde kaldırmanın vakti gelmiştir, ecelle. Taş gibi kaskatı olan beden toprağa katılacaktır, aslına dönecektir. Deniz ve güneş eski bir hüzünle yaşam türküsüne katılacaklardır. Makam belli: Bakü.

İşte güneş battı, deniz kayboldu. Ömrümden bir gün daha bitti. Tebriz’de başlayıp Bakü’de biten bir gün. Artık eskisi gibi genç değilim. Hayallerim daha temkinli, düşlerim daha oturaklı, önüme gelen her kitabı okumuyorum, daha seçiciyim. Biliyorum ki ömrümün geri kalanı bütün güzel kitapları okumama yetmeyecek. Güzel kitapların içinde de bir seçim yapıyorum. Direkt ruhuma hitap eden güzel kitapları okuma gereği duyuyorum. Bu yaşlılığın ağır gölgesinin üzerime düşmesi demek... Evet, yaşlılığın gölgesi üzerime düşmüş, görüyorum, hissediyorum. Yaşlılığın beldesine birkaç yol kaldı, kemale erme yaşı kırk ise, kırkı çoktan geçtik.

Rüya gibi, olanlar o kadar sıra dışı ki. Akşamın ilk vakitleri Bakü’deyim, Kurtalan’daki ilk vakitlerim gibi, tenha ve ıssız. Burada hayat daha hızlı ve karmaşık, her türden, her milletten insan var. Bildiğim milletler, Rus, Azeri, Türk, Farisi, Kürt, Kırgız, Tacik, Özbek, Kazak.

Şoför, sağ olsun, Rahmi’ye telefon açıyor, Rahmi geleceğim, diyor. Nitekim kısa bir zaman sonra gelip beni alıyor, evine götürüyor. Şimdi bu satırları yazdığım yere.

Dağ başı gibi bir yer burası. Sürekli rüzgâr esiyor, serin yani. Benim kaldığım yer sıcak, hava almıyor, içeride kalırken, yatarken sürekli terliyorum, boğulacak gibi oluyorum, can havliyle kendimi dışarı atıyorum. Şimdi de bahçedeyim, bu notları alıyorum. İçerisi cehennem, içeriye girmek istemiyorum. Dışarısı cennet bahçelerinden bir bahçe, hep bahçede olmak istiyorum.

Rüzgâr beni yaylalarıma, dağlarıma götürüyor. Ak dağları hatırlıyorum. Sanki oraların havasını soluyorum, ayaklarımın altından kayıyor eski taşlar, eski zamanlar, eski hatıralar.

Etrafımda ağaçlar, önümde incir ağacı, uzanıp gidiyor çöl yalnızlığım. Arkamda nar ağacı, yakıyor beni bütün bir geçmişim, kan kırmızı incir ve nar ağaçları arasında kalmışım, hep unutsam, hepten unutulsam, diyorum, incir ve nar ağaçlarının arasında. İncir beni geleceğe itiyor, güzel zamanların hayalini bugüne taşıyor. Nar, beni geçmişe çekiyor, bırakmıyor. Nar ağacının altında durup ağlıyorum, ayaklarımın altında kurumuş narçiçekleri.

İnsan geçmişi olmadan yaşayamazmış. Ama narçiçeklerinin yeşil olduğu zamanlar var, onu hatırlıyorum, teselli buluyorum. Hikâye değil bu, ya da rivayet. Bugün ne kadar mübarekse incir ve nar ağaçları da o kadar gerçek ve tesirli. Nar ekşiydi, geçmişim gibi acıydı. Hiç şaşırmadım. Kaderde ekşi narı yemek varsa, itiraz etmeden, canı gönülden yemek lazım. Hep ekşi olacak değil ya narlar, şirin narlar da sırası bir gün gelecek, bütün bir geçmişim şirin bir nara dönüşecek, birden önüme düşecek, Allah’tan umudu kesmemek böyle bir şey. Kula düşen, sabretmek, beklemesini bilmek… Her şeyin Allah’ın dilemesiyle olacağını bilmek... Kul kısmına, naz, itiraz, isyan vs. gibi şeytani hasletler yakışmaz. Kendini tamamen bırakacak Allah’ın dilemesine. Bu, gassalin elindeki meyyit gibi olmaya benzer. Bunu da her kişi yapamaz, er kişi, ermiş kişi, derviş kişi yapar. Er-miş, yani Allah’ın tevhidini görüp Allah’ın kudretini, yüceliğini, azametini idrak edip Allah’ın hakikatine ermekle olur. Er olan, bütün benliğini, varlığını eritir, kendinden hiçbir şey bırakmayarak, izlerini dahi silerek, hatıralarını yâdından çıkararak, Allah’ta yok olur, ifna bulur. Hakikaten Allah’ta yok olan er kişi, Allah’ta baki olmuş demektir. Bu, bir başka alem, bir başka hikaye, bir başka başlangıç demektir.  Ki bizim gibi hakikate ermeyen kişilerin kelimeleriyle, kavramlarıyla bu âlemin anlatılması, bu hikâyenin dile getirilmesi, bu başlangıçtan dem vurulması mümkün değildir. Ama yol belli, istikamet açık, gaye sarih. Bu dünyaya her kişi olmaktan çıkıp er kişi olmaya geldik. Yani kendi iç âlemimizde iç sesimize kulak verip hikâyemizi yaşayıp yazmaya ve yeni bir başlangıç yapmaya geldik.

Azerbaycan 91’te bağımsızlığını ilan etti. Türkiye’yi, yeniden, yeniden yaşıyor Azerbaycan. Müzikler beni hiç şaşırtmıyor. Sadece bu ülke değil, nerdeyse bütün Ortadoğu coğrafyası.

Geç kalmışlık kanı oturmuş Rahmi’ye gözlerine, biliyorum bu kanı. Ayaklarında ince bir bağ, dolanıp duruyor yeryüzü ile gökyüzü arasında.

Hocalı Katliamı Şehitleri…

Ben Aleksey Dementyev, Badamdar şehidi. Gözlerim mavi maviydi. Yirmi yaşındaydım daha. 1992 yılında Ermeni komitacıları hayatımı ellerimden aldıklarında. Güzel günler görecektik, Azeri kardeşlerimizle beraber. Rus idik ama kardeştik, sonra koca Sovyet Devleti çatırdamaya, yıkılmaya başladı. Herkes bir taraflara kaçıştı. Biz kaldık, burada, Bakü’de, toprağımızda. Günler geçer yanı başımızda, bilmeyiz. Zaman bildiğini okur, anlamayız. Ama Ermenilerin yaptıklarını unutturmayacağız. Biz çok insandık, hiç yoktan katledildik, genç yaşımızda toprağa sürüldük, başa gittik, halkımızın kalbinde boy verdik, hatıra olduk, nişan olduk, övünç olduk. Ölüme yazıklandığımızda gayri kahramandık. Ben Aleksey Dementyev, genç öldüm, hep genç kalacağım, yaşım hep yirmi iki olacak ve yaşasaydım, ömrümün gerisi, yirmi yaşımı ve evvelini dolduramaya gücü yetmeyecekti. Yanımda yatan yaşlı kahramanlardan biliyorum.

Ruslar, yani ırktaşlarım geldi, 1990’nın 20 Ocağında, bizim burada 137 kişiyi katletti. Bunların içinde ben de varım. Ben Andrey Nişenko, bağımsızlık şehidi. Sadece on sekiz yaşındaydım. Bir mayıs günü dünyaya açmışım gözlerimi, hatırlamam, kalanların tuttuğu tarihten biliyorum. 90’nın kışında, daha 18 yaşındayken hayatımı kaybettim. “Bizim Ruslar” benim olan hayatımı elimden aldılar, bir kenara atılar, gençliğime, gözümün yaşına bakmadılar. Hiç acımadılar. Boşa ölmediğimizi biliyorduk. Azeri yurdunda yaşıyorduk ve Azerbaycan’ın bağımsızlığı için savaşıyorduk.

Ben Andrey Nişenko, bağımsızlık şehidi. Ey insanlar! Dinleyin beni, duyun, kulak verin bir an için, ne olursunuz. Bir zamanlar ben de sizin gibi Bakü sokaklarını arşınlardım, Hazar Denizi’ne bakıp, bakıp efkârlanırdım. Severdim denizi ve şehri. Aynı sizin gibi, unutmayın beni. Denize her baktığınızda, şehirde her kaybolduğunuzda beni hatırlayın. Öldüğümde pek gençtim, daha on sekiz yaşındaydım. Gençliğimin hatırına şehre ve denize sahip çıkın, birbirinizi sevin, devletlerin politikalarına alet olmayın. Akıp gidecek deniz ayaklarınızın altından, ben olmayacağım. Acısını, yokluğunu bilecek misin, benim bildiğim gibi. Güzel öldüm, düşlerim yolunda hayatımı kaybettim. Hayatımı elimden alanlar hiç mutlu olmadılar, olmayacaklar da. Utansınlar ve acılarıyla kala kalsınlar, ebediyen, yeryüzünün bir hiçliğinde.

Ben genç sevgililerin şehre ve denize sevgiyle bakan gözlerinde yaşıyorum. Hep genç bir umut olacağım, ismim gençlik düşleriyle anılacak. Hüzün hiç eksik olmayacak. Ben Andrey Nişenko, hep on sekiz yaşında kalacak olanlara merhaba.

Şair gibi doğdum, şair gibi öldüm. Ben Haciyev, kırk yaşına girmeme bir yıldan az bir zaman kalmıştı. 1992’nin 26 Şubat’ında küçük kıyamet koptu başımda, birden kırk yaşıma girmiştim, öldürülmüştüm, ölümle kemale ermiştim. Bir şair ne zaman, nerede, neyi yaşadığını/yaşayacağını bilmek ister. İşte ben Hocalı’da öldüm, yeniden doğdum, yüzlerce arkadaşımla beraber, mahşere sürüldüm. Bambaşka bir insan olmuştum, gerçek bir şair olmuştum. Ölümümle, hayatımın şiirini yazmıştım, şiirim kemale ermişti ömrümle bir. Mezarımdan görünmez sözcüklerle sessiz şiirler yükselecekti, okumasını bilene. Hayatının şiirini yazanlara, ölümün şiirini okuyabilene…

Komünizm içinden çıkmış, kapitalizm neşteriyle göbek bağı SSCB’den kesilip bağımsızlığını ilan etmiş Azerbaycan’da can çekişmekte az olan İslam ruhu, bir avuç Müslüman var. Azerbaycan; geçmişi komünist, şimdisi kapitalist, geleceği materyalist olan bir ülke…

Modern kapitalist sistem, Azerbaycan devletini ele geçirmiş bulunmakta. İhtiyarlar komünist dönemi hasretle anmakta, yana yakıla aramakta. Zalim ama koruyan bir çatı altında tutan bir devlet-babayı, serseri, sarhoş, başıboş bir devlet-babaya tercih etmekte insanlar. Komünist Stalin dinsizdi, diktatördü ama halkı bir arada tutmasını biliyordu, tam olmasa da eşitliği sağlamaya çalışıyordu. Liberal dünya, serbest, hür, isteyen, istediğini yapmakta, söylemekte, ama dahi zalim, daha acımasız, daha katı…

İnsanlar emir almasını düşünmekten daha çok seviyor, çünkü emir alıp uygulamak daha kolay ve daha az sorumluluk gerektiriyor. Düşünmek, zor iş, emek, çaba, gayret ve sorumluluk gerektirir. Doğru düşünmezsen bedelini ağır ödersin, belki hayatınla ödersin. Emri yerine getiremezsen, sadece yerine getirmediğin emrin cezasını çekersin, emri verenlere daha ağır fatura çıkar. Yani insanların başında bir yönetici olması kaçınılmaz. Mesele bu yöneticinin nasıl olacağı, nasıl seçileceği… Nasıl olacağı, yönetici ahlakı ile ilgili, nasıl seçileceği siyaset ile ilgili. Ahlak ve siyaset, yöneticinin kim ya da nasıl biri olacağını belirleyen iki önemli unsur…

Yönetici nasıl olacak? Dürüst, akıllı, kurnaz, diğerkâm, fedakâr, müşfik, sert olacak. Yani yeri zamanı geldiğinde sert olacak, yeri zamanı geldiğinde yumuşak başlı, affedici olacak. Amaç, eşitliği, adaleti, birlik ve beraberliği sağlamak… Yönetilenler, korkulu bir sevgi içinde olacak. Bilecekler ki, art niyetli oldun mu, yönetici cezalandırır. Yönetici de ceza konusunda aşırıya gitmeyecek, çeldirici, yıldırıcı olmak için suça göre ceza verecek ne ağır ne de hafif kalacak.

Yönetici nasıl seçilecek? Babadan oğula ya da sülaleden sülaleye, hanedandan hanedana değil, diktatörlükle değil, seçimle olacak. Yönetici herkesin temsilcisi olduğunu bilecek. Seçimle gelecek başa, seçimle gidecek. Toplumdaki herkesin-herkesimin yönetimde söz sahibi olmasını sağlayacak. Kimseye ayrıcalık tanımayacak. Rüşvete, iltimasa, torpile, adam kayırmacılığa asla müsamaha gösterilmeyecek. Azınlığın ve çoğunluğun hakları korunacak. Ne çoğunluğun azınlığı ezmesine alet olunacak ne de azınlığın içinde bir grubun çoğunluğu yok saymasına müsaade edilecek.

Ne Batılı-Avrupalı demokrasi ne Doğulu-Asyalı monarklar, diktatörler, oligarklar böyle bir yönetici tipini ortaya koyabildi. Dünyadaki bütün kötü örnekler, bunun delili. İçindeki hangi hayvana daha çok yem verirse, insan o hayvanın temsilcisi olur yeryüzünde. Aslında geçiş yapanlar insanlar değildir, insanların bağlandığı hayvanlardır. Kuşları sevenler, hürdürler, dünya dahi hiçbir şeye bağlanmamışlardır. Kıskanç huylu olanlar, yılandırlar. Hakikati unutup nefsine tapanlar, domuzdurlar.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır